Hey!

We started translate to English our story. First episode will be publish in 3 days. 

"See ya in anotha life, brotha."
Desmond Hume

15 yıl sonra…

                Genç adam çimenlerin üstüne uzanmış, gökyüzüne bakıyordu. Öyle yorgundu ki o soğuk havada üşümemek için üzerine alacak bir palto bulmaya bile hali yoktu. Ama kafasındaki düşünceler soğuğu düşünmesini engelliyordu. Üzerinde yıllardır giydiği o eski paltosu olsa belki bu kadar üşümeyecekti. Gri boğazlı kazağın dirsek kısımları kısmi olarak erimiş, yer yer delikler oluşmuştu. Lacivert pantolonunun bel kısmındaki ip sıkıca bağlanmış, kemer görevi görmekteydi.

                Uzandığı çimenlerin etrafında tek tük evler vardı. Kafasındaki düşünceleri uzaklaştırıp doğruldu. Uzun boylu ve oldukça yapılı bir görünüşü vardı. Yirmili yaşlarında olmasına rağmen son günlerde yaşadıklarından ötürü yüzü çökmüş ve zayıflamıştı. Ama sağlam duruşundan bir şey kaybetmemişti. Gözlüğünü işaret parmağı ile düzeltip ayağa kalktı ve üzerindeki çimleri silkeledi. Orta uzunluktaki saçları rüzgarda dalgalanmaya başlamıştı. Etrafına bir göz attı ve yavaş adımlarla evlerin olduğu yere doğru ilerledi.

                Günlerdir aynı kıyafetlerle duruyordu ve üstü başı iyice berbat olmuştu. Düzgün bir şeyler bulmak için eve girecekti. Dirseği ile evin camına birkaç darbe vurduktan sonra cam yere indi. Büyükçe camdan içeriye doğru sıyrılarak geçti. Ev oldukça karanlıktı. El yordamıyla yolunu bulmaya çalıştı. Evin mutfağına girdi. Suyu açtı ve elleriyle yüzüne su çarptı. Aldığı bezle ellerini kurularken eve göz atmaya devam ediyordu. Bir an önce almak istediği şeyleri alıp çıkma isteği doğdu içine. Hızlı adımlarla odalara yöneldi.

                Girdiği ilk odada dolabı açtı. Bulduğu tek şey kadın giysileriydi. Çekmeceleri karıştırdı. Takılar ve ıvır zıvırdan başka bir şey yoktu. Çıkıp diğer odaya girdi. Dolabı açtı ve ilk gördüğü şey uzun, siyah bir paltoydu. Hemen onu aldı. Alt taraftan katlanmış olan pantolonlardan bir tanesini çekip aldı. Siyah bir kot pantolondu. Üstündekini çıkarıp denedi. Biraz dardı ama olmuştu işte. Zaten şimdilik başka seçeneği de yoktu. Çekmecelere geçti. Gördüğüne en çok sevindiği şey bir paket sigara ve kibrit idi. Hemen bir tanesini yaktı ve geri kalanını paltonun cebine koydu. Çekmeceyi kapatacakken gözüne bir kutu ilişti. Kilitli bir kutu idi. Ne olduğunu çok merak etmişti. Kutuyu sertçe birkaç kez yere vurdu. Zaten eski olan kilit kırılıverdi. Kutunun içinden eski bir silah çıkmıştı.

                Daha önce eline silah bile almamıştı ama işe yarayabileceğini düşündü. Hele de böyle bir durumdayken. Silahı beline koydu, kutuyu orada bıraktı ve aşağıya indi. Kapıya doğru yöneldi. Dışarıdan bir ses geliyordu. Evin kapısının önündeki tahtaların üzerinde bir yürüme sesi. Yavaşça delikten baktı. Orta yaşlarda, saçları ve boyu kısa bir adam gördü. Heyecanla kapıyı açtı. Adam gence doğru yüzünde bir gülümsemeyle döndü. “Merhaba.” dedi. Genç adam elini uzattı. Bu kadar uzun süre sonra bir insan görmek onu oldukça heyecanlandırmıştı. Saygılı bir tavırla kendinden yaşça büyük olduğunu anladığı adama “Merhaba, efendim. Ben Roland. Roland Tonsky.” dedi. Bir yandan da gözlüklerinin üzerinden adamı süzüyordu. Oldukça temiz giyimli, düzgün bir insandı. Adam Roland’ın elini sıktı. “Memnun oldum Roland. Ben de Liam. Liam Wilson.”

                Roland bu yabancıyı daha önce görmüş gibi hissetti. İçinde bir soğukluk vardı. Neyse ki az önce evde bulduğu silah belindeydi ve gerektiği zaman bir şekilde kullanmayı deneyebilirdi. Liam bir anda söze girdi. “Yaşadığın her şeyi biliyorum, Roland. O yüzden bu konu hakkında konuşmamıza gerek yok. Seni bulmam epey zor oldu. Şimdi senden istediğim tek bir şey var. Gökyüzünde iki yıldız var, ve bu iki yaşam demek.” Roland kekeleyerek “E-Evet?..” dedi. Liam devam etti. “Seni buldum ve şimdi bana gereken şey diğer yıldızın kaynağı.”


                Roland bu sözler karşısında donup kalmıştı. Hikayeyi biliyordu. Bu büyükannesinin ona anlattığı hikayeydi. Büyükannesi ona bunu anlattığından beri bu hikayeyi düşünüyordu ve olayın ilk gününde, herkesin yok olduğu ve uyandığı ilk karanlık günde ilk aklına gelen bu olmuştu. Ama bir sorun vardı. Roland ikinci yıldızın Liam olduğunu düşünmüştü. Şimdi kafasındaki onca soruya bir de bu eklenmişti. Liam kararlı bir şekilde Roland’ın gözlerine bakıyordu.

Devam edecek...

Evin eski kapısı cılız ve yavaş bir vuruşla tıklandı. Şömine karşısında kitap okuyan yaşlı kadın başını kapıya çevirdi ve usulca sandalyesinden kalktı. Bacaklarının ağrısı yüzünden yavaş hareket ediyordu. Romatizmaları ona dışarıdaki havanın oldukça sert olduğunu anlatır gibiydi. Zinciri çözmeden kapıyı açtı ve aralıktan göz attı. Gelen torunu Roland’dı. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı ve soğuktan oldukça üşümüş olduğu beden diline yansıyordu. Yaşlı kadın hemen kapıyı kapatıp zinciri çözdü ve çocuğu içeriye aldı. Çocuk uzun bir süre içinde tuttuğu gözyaşlarını yaşlı kadının kollarına bırakıyordu. Kadın onun bu haline öyle üzülmüştü ki, bacaklarının ağrısını unutup küçük çocuğu kucakladı ve sımsıkı sarıldı.

Yavaş adımlarla koltuğa doğru yürüdü ve çocuğu yanına oturttu. Çocuk onu hiç hiç bırakmak istemiyor gibi sıkıca sarılmaya devam etti. Kadın çocuğun bakışlarını yakalamaya çalıştı. Göz göze geldiklerinde bakışlarındaki öfke dolu hüznü görmüştü. Şefkatli bir ses tonuyla “Ne oldu Roland?” dedi. Çocuk bakışlarını kaçırdığında kadın olanları anlamıştı. Çünkü bu ilk kez olmuyordu. Roland cılız ve ağlamaklı bir ses tonuyla “Babam…” dedi. Cümlesine devam edemeden gözyaşlarıyla büyükannesine sarıldı. Yaşlı kadının adeta yüreği parçalanıyordu.

Roland yaşlı gözlerle büyükbabasının resmine bakıyordu. Büyükannesi o bakışları gördüğünde Roland’ı yeterince anlamıştı. Tıpkı kendisi gibi torunu da onu özlüyordu. Boğuk bir sesle “Onu sen de özledin değil mi tatlım? Evet biliyorum, ben de öyle. Eğer o bizimle olsaydı her şey çok farklı olabilirdi.”

Roland daha önce onlarca kez eve sarhoş gelen babası tarafından dövülmüş ve sokağa atılmıştı. Ancak bu güne kadar büyükannesine ikinci gelişiydi. Babasından korktuğu için geceler boyu sokakta kalmıştı. Ama bu sefer durum farklıydı. Roland annesi için endişeleniyordu.

Büyükannesi Roland’ın gözyaşlarını sildi ve tatlı gülümsemesiyle “Şimdi balkona geçip sıcak çikolata içmeye ne dersin tatlım?” dedi. Onu rahatlatmaya çalışıyordu. Roland’dan cevap gelmedi. Elini tuttu. “Haydi bakalım, bu yaşlı kadına balkona çıkması için yardım et.” dedi. Roland gönülsüz bir hareketle büyükannesinin yaşlı, kırışık elini tuttu. Balkona doğru yavaş adımlarla yürüdüler. Büyükannesi Roland’ı oturttu ve “Bekle de sana bir battaniye getireyim. Bir de sıcak çikolata tabi.” dedi gülerek. Roland sandalyeye oturdu.

Tüm ışıklar gecenin bu geç saatinde sönmüş, gökyüzü sanki geceyi aydınlatıyordu. Roland yüzünü gökyüzüne çevirmiş, parlayan yıldızları izliyordu. Düşündüğü tek şey sonsuzluktu. O sırada balkona elinde sıcak çikolata ve battaniye ile büyükannesi geldi. Battaniyeyi Roland’ın üzerine örtüp sıcak çikolatayı verdikten sonra yavaşça yanına oturdu. Roland gözlerini yıldızlardan ayırmıyordu. Düşünceli olduğunu gören büyükannesi “Sana bir hikaye anlatayım Roland. Şimdi gökyüzüne bak ve ne olduğunu söyle.” dedi. Roland gözlerini yıldızlardan ayırmadan “Milyonlarca yıldız.” dedi. Büyükannesi de gözlerini yıldızlara çevirdi ve hikayeye başladı.

“Eski bir Mısır inanışına göre yıldızlar hayatları temsil eder. Yani, gördüğün her bir yıldız, dünya üzerinde bir hayatı simgeler. Mısır’da kimileri yıldızların sonsuzluğuna inanırken, kimileri dünya üzerinde yaşayan hayat kadar yıldız olduğunu savunuyordu. Bir insan öldüğünde  bir yıldız kayar, bir insan doğduğunda ise bir yıldız daha gelir gökyüzüne. İşte büyükbabanı kaybettiğimiz gece, bu balkona çıktığımda böyle bir hava vardı. Ve gökyüzüne baktığımda bir yıldızın kaydığını gördüm. Ne derece doğru bilemem ama belki de o yıldız büyükbaban için kaymıştı Roland.”

Roland büyükannesinin yüzüne baktı. Büyükannesi bir an için o öfkeli bakışlardan ürkmüştü. İçini bir korku kaplamıştı. Ufacık bir çocuğun gözlerinde nasıl böyle bir öfke olabilir diye düşündü. “Bunlar tamamen saçmalık. Ben çocuk değilim büyükanne. Bu güne kadar birçok insanın yaşadığından çok daha fazla şey yaşadım. Yeterince olgunlaştım.”

Roland’ın bu tepkisini beklemeyen büyükannesi şaşkın gözlerle Roland’a bakıyordu. Roland ani bir hareketle ayağa kalkıp içeriye girdi. Yatağa girdiğinde pencereden dışarıya bakıyordu. Yıldızlar hala aynı parlaklıktaydı. Her ne kadarbüyükannesine öyle dediyse de çocukça aklı hikayede kalmıştı. Gözlerini kaparken bu hikayeyi düşünüyordu.

Devam edecek...

Merhaba. 

İki arkadaş yazdığımız hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyoruz. Güzel olduğunu düşündüğümüz bir konusu var. İlk bölümü bugün yayınlıyoruz. İlk bölüm hikayeye giriş bazında ve konusunu açıklayıcı bir bölüm. 


Keyifli okumalar. 

Full Dark, Two Stars

Küçükken büyükannesinin anlattığı hikayeye inanmamıştı. Ama 15 yıl sonra hiç beklemediği bir şey başına gelmişti. Roland artık dünyada yalnız olduğunu düşünüyordu. Neler olduğunu bilmiyordu ama öğrenmeye kararlıydı. Belki de yalnız değildi...

Yazarlar
Tunca, Erdem - Uluduz, Emir